Mehmet Âkif, şiirlerinin de ilerisinde bir karakter anıtıdır. Öyle halis yaratılış ve fazilet adamıdır ki, bunu şiir ve yazıları kadar 63 yıllık ömrünün nice davranışları içinde bilhassa görmekteyiz. Son yüz yıllık tarihimizde özü sözüne, eylemi söylevine uyar kimseler fazla olmadığı için, Âkif'in bu örnek kişiliği üstünde durulmalıdır. Öz prensiplerini hareketleriyle zedelemeyen, hatta onları yaşayış haline koyabilen sayılı insanlarımızdandır. www.huseyinarasli.com
Hareket: Bu, Mehmet Âkif'te dinin yarısı gibi bir şeydir. Yorulmadan, bezmeden belki 45 yıl gezmiş, çırpınmış, didinmiş. Mektebi birincilikle bitirmiş. Baytar olarak Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da "sâri hayvan hastalıkları üzerine" yıllarca dolaşmış. Savaş patlayınca, devletin ve milletin güvendiği bu seçkin adam, hizmete koşan er gibi "Teşkilât-ı Mahsusa" emrine girmiş, Almanya'ya müslüman esirleri uyarmak amacıyla gitmiş. Sonra uzun bir çöl yolculuğu yapmış; Lavrens'in saçtığı İngiliz altınları ile ayartılmış olan bazı şeyhleri, Türk devletine bağlamaya çalışmıştır. Safahat'ta daima koşan, seyreden, üzülen, acıyan, sevinen, kızan, isyan eden, konuşan, tartışan... Velhasıl bir saniye durmayan, bir tek kahramanla karşılaşılmaktadır. O da Âkif'in kendisidir.
Durmak ve Oturmak: Nicelerinin ideali olan bu hayat tarzı Âkif için ölümdü. Nitekim Mısır'da işsizlikten, hareketsizlikten sıkıldıkça ölümü adamakıllı istemeye başlamıştı.
Kuşçubaşı Eşref Bey'e yazdığı bir mektupta;
"Gaye uğrunda çalışmak, didinmek ve ölmek... Ah ne güzel meşgale, o ne hoş eğlence, o ne mesut hâtime imiş..." diyerek şu fıkrayı anlatmaktadır:
"Hikaye meşhurdur ya: Karıncaya;
─ Nereye gidiyorsun? demişler.
─ Hicaz'a... demiş.
─ Hiç bu bacaklarla Mekke'yi bulabilir misin? diye eğlenmişler. O da;
─ Hiç olmazsa yolunda olsun ölürüm ya! cevabını vermiş."
Âkif, bir amaç ve fazilet yolunun dönüşsüz yolcusudur.
"Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz" der ve Safahat'ın muhtevası gibi, onun çocuklar kadar temiz, lekesiz hayatının safhaları da bu dönmezliğin mitalogyasıdır.
Safahat'ta Hüsam Efendi Hoca adlı kısa bir hikayesi vardır. Sultan Abdülmecid, ünlü mesnevihan Hüsam Hoca'nın adını duyar ve onu saraya aldırtmak ister. Üst üste iradeler yollar ama hoca istemez. Hatta saray civarına yaklaşmaktan bile çekinir. Bir gün nasılsa Beşiktaş taraflarında bir işi çıkar. Bendeler, sultana haber verirler, "Çağırtalım mı?" derler. "Evet" der Abdülmecid. Gider adamcağızı tutarlar. "Efendimiz bizi gönderdi, çok selam ediyor. Görüşmek istiyorum, kendi istemez mi diyor."
Hüsam Efendi durur, yüzlerine hayretle bakar ve "dinleyin" der;
Ben elli beş senedir teptiğim yegâne yolun
Henüz sonundan uzakken tükendi gitti ömür
Tutup da bir geri döndüm mü yandığım gündür...
Âkif'in Karakteri - Ahmet Kabaklı, Türkiye Gazetesi, 30.12.1999.