Necip Fazıl Kısakürek - Lokanta (Anı Örneği)

"Bütün yollar Roma'ya çıkar. Cihana hakim bir imparatorluk nizamının tarihte mihrak noktasıdır çünkü Roma... Bizde de bütün yollar Bâbıâli'den geçer. Fikir, sanat, ilim, politika, pafta pafta, bu memlekette duygu ve düşünce kıvranışı belirten kim varsa, çarşısını, pazar yerini Babıâli'de bulur zira... Bu kabîl insanlar nerede ve neyle uğraşmakta olurlarsa olsunlar, Babıâli'den sayılabilirler.
Rakısını tavuk göğsü mezesiyle içen bestekâr tanburacı, sanatını ağzından mı, göbeğinin altından mı devşirdiği belirsiz, yırtık ve pişkin kadın şarkıcı, Batı mektep kitaplarından aşırdıklarını öz ismiyle yayınlamak marifetinde, esersiz ve çilesiz profesör, karton adamlar kuklacısı, hummâsız ve mesleksiz romancı, aynı kaynaktan aynı şeyi çalmış görünmemek için meslekdaşlariyle pazarlığa girişen ve kaynakları bölüşen, makas ustası gazeteci, yeni bir ağız getirdiği vehminde hokkabaz şair, (devr-i daim) makinesi kâşifi Con Ahmet Bey serisinden akıl hastası, niyet kuşlarının puslaları halinde vatanın kurtuluş formülünü reçeteleştirici fikir ibişi, daha şu, daha bu, kıymet hükümlerini ve kahramanlık şehadetnamelerini hep Babıâli'den bekler."
     Stop!

     Babıâli'den Sirkeci'ye doğru iniyorsunuz. Sol taraftaki işkembeciden birkaç dükkan ileride, o zamanki ismiyle İştaynburg olkanta ve birahanesi... İçinde, sigara dumanından göz gözü görmüyor. Üstleri mermer iki masayı bitiştirip etrafında halkalanmış Babıâli figürleri... Genç Şairin buruşuk bir kâğıt üzerinden okuduğu satırları dinliyorlar... Halkada Peyami Safa, Mesut Cemil, Mustafa Sekip Hoca, Fikret Âdil, Burhan Ümit (Toprak), Burunsuz Tevfik, Şeyh Nureddin -nam-ı diğer Topluiğne- ve Genç Şair...
     Ruhiyat Profesörü Mustafa Sekip, Genç Şair'e hitap etti:
     ─ Sen dehâ yolundasın! Yürü!
     Peyami Safa atıldı:
     ─ İmtihanı kolay!.. Söyle Şair, Lâtin harflerine taraftar mısın; tayyare piyangosu aldığın oluyor mu?
     Genç Şair, elinde sonunu getiremediği buruşuk kâğıt, apışmıştır:
     ─ O da ne demek?..
     ─ Bu benim, dehâ şöyle dursun, sadece orta zekâyı ölçmek için icat ettiğim bir test... Bu iki suale 'evet' diyen bence ahmaktır.
     Gülüşmeler... Burhan Ümit acı suratlı... Kadehler kalktı:
     ─ Şerefe!..
     ─ Şerefe, şerefe!.. Burhan Ümit haykırdı.
     ─ Durun yahu; yazının gerisini de okusun!..
     ─ Okusun, okusun!.. Genç Şair okuyor:
     " Babıâli insana, ilk bakışta basit bir mekân hükmü içinden görünür. Bakırcılar, hasırcılar gibi bir mekân... Halbuki o, bir mekân değil, zamanın gayet hususî bir tecelli noktasıdır. Onu, kokmuş da olsa, asrının asırlarca gerisinde de olsa zaman ölçüsü gözlüğünden seyredebiliyor musunuz?.. O zaman görürsünüz, görülmeye değer olanı... Dedik ya, o, madde yerine ruhun çöreklendiği bir yuva... Başka bir mekâna nakledilemez. Nereye taşınsa ve üzerine ne püskürtülse zaman kepçesinin onda çalkaladığı mayonez tutturulamaz." Burhan Ümit:
     ─ Harika, harika!
Peyami Safa, Burhan Ümit adını "Burhan Nevmit" diye kafiyeye vurarak, bu hep içini yiyen delikanlıyı izah iddiasında bir Hariciyecinin nüktesinden yararlanmaya kalkıştı:
     ─ Yine mi buhran, Burhan?.. Ve Genç Şaire döndü:
     ─ Devam et, şairim!
     " Babıâli, eski aşk ve ahengini kaybetmiş düşkün bir cemiyette, türlü tezatların hazin ruh haletini yaşatıcı, doktoru, güllâbicisi, ilâcı olmayan bir tımarhanedir. Ve işte yarım asırdır (1928 yılındayız) bu halin renk renk ve çizgi çizgi mizaç, meşrep ve seciyelerini panoramalaştırmakta... Bu, ıstırabından bile habersiz hasta cüceler panayırından kimler geçti, kimler! Şinasi'ler, Namık Kemal'ler..."
Peyami Safa okumayı kesti:
     ─ Meşhur gazeteci şantaj ustası Lâstik Kemal'ler, Âli Kemal'ler, Mahmut Kemal'ler, Yahya Kemal'ler... (Henüz Behçet, Yaşar ve Orhan Kemal'ler ortada yoktur.)
Şeyh Nureddin dikkatle kulak verilmesini isteyen bir doğrulma ve yutkunma edasiyle bahse girdi:
     ─ Önceleri, Babıâli'nin belirttiği mâna herhalde Sahaflar çarşısındaydı. İlk önceleri Şair Bakî'nin, Sahaflar çarşısında "Bezmgâh" isimli bir dükkanı olduğunu biliyoruz. Zamanın arif ve zarif kimselerinin toplandığı bir yer... O devir aydınlarının can attığı bir sohbet köşesi... Hattâ Hulusi adlı gayet çirkin bir adamın "Bezmgâh" a kabul edilmek için, koluna Nazmi isimli ve son derece güzel bir delikanlıyı takıp oraya dadandığını da rivayet ederler. Bir gün Şair Bakî, etrafı arif ve zarif kimselerle halkalı, Hulusi'yi Nazmi ile birlikte eşikte görünce şu beyti söyleyivermiş:
     Hulusi Nazmi'yi alur da Bezmgâh'a gelür
     Bana gelürse de devlet maalkerahe gelür.
Kahkaha tufanı... Burhan Ümit gülmüyor. Peyami Safa:
     ─ Mevzuu değiştiriyorsunuz! İşi yine espriye döküyorsunuz!
     Burhan Ümit:
     ─ Hangi mevzu üzerinde kalabiliyoruz ki, bunda da kalabilelim? İşimiz gücümüz espri...
     Mustafa Sekip:
     ─ Espri gıda değil, lezzettir. Genç Şair:
     ─ Meselâ biber... Biberi tabağa doldurup kaşık kaşık yiyebilir misin?
     Fikret Âdil:
     Yine acılaşıyor meclis... Bıktım bu zoraki fikirlerden... Öf be! Mesut Cemil'in mızrabından başka hiçbir şey dinleyemem! Ne dersin Burunsuz Tevfik?..
Mesut Cemil "aman efendim, iltifat buyuruyorsunuz!" diye mırıldanırken, Burunsuz Tevfik, iri bir kaşık içinde fasulya pilâkisinden hürmetlice bir parçayı tabağına aktararak cevap verdi:
     ─ Üstadlar dururken bana lâf düşmez. Genç Şair:
     ─ Beyler! Gazete muhbiri Burunsuz Tevfik, Babıâli'nin hepinizden üstün temsilcisi... Bu şamatasız ve iddiasız, rakı ve pilâki düşkünü adamın içeriye doğru basık burnu da Babıâli'nin sanki tuğrası... Kimine dilsizliğini, kimine gözsüzlüğünü, kimine de kulaksızlığını ihtar ediyor. Ve hepinize kafasızlığınızı...
     Burhan Ümit:
     ─ Aman ne doğru!.. Cüceler panayırını Burunsuz Tevfik'ten daha keskin belirtici bir tip bulunamaz!
     Genç Şair:
     ─ Tevfik, mareşal üniformalı cüceler arasında, halinden rahat ve kaderinden razı, apaçık ve çırılçıplak, burunsuz cüce... Keşke cüceler panayırının, burunları havada cüceleri onun kadar samimi olabilselerdi...
     Mustafa Sekip:
     ─ Bakın çocuklar her zaman söylüyorum; samimilik, oluşun başlıca şartı... Olamayanlar samimi de olamıyor. Hakikatın büyük cümle kapısı samimilik...
     Şeyh Nureddin:
     ─ Büyük cümle kapısı, yani Babıâli...
Peyami Safa bir an evvel cevap verebilmek için, diktiği rakısının acılığı dudaklarında, her zamanki formülünü tekrarladı:
     ─ Hakikat bildiğiniz her şey, yüzde elli doğru, yüzde elli yanlıştır.
Fikret Âdil patlayan bir kazan:
     ─ Öf, öf!! Yeter bu tekerlemeler!.. Bana düşünce değil, duygudan bahsedin! Hayır bahsetmeyin, bir duygu verin! Duyurun!
     Peyami Safa:
     ─ İşte bu da yüzde elli doğru, yüzde elli hatalı bir görüş!..
     Fikret Âdil:
     ─ Ya senin yüzde elli formülün de yüzde elli doğru, yüzde elli yanlışsa?..
Peyami Safa afallar gibi olduğunu belli etmemek için kaşlarını çatmış, Mustafa Sekip de "gık!" diye, işin ölü noktaya geldiğini belirtici bir hayret sesi çıkarmıştır. Burhan Ümit (dramatik) bir eda içinde:
     ─ Fâsid daire üzerinde başsız ve sonsuz raks... Ne güzel cüce işi...
Genç Şairin dudaklarında yeni şiirinden mısralar:

Azap kuleleri cüceleşmiş devlerin...
Öyle evcikler ki, tepesinde evlerin,
Kopuyor içinden görünmez facialar...
                                                    Bacalar...

Nacip Fazıl Kısakürek, Babıâli'den...