Cemaziyelevvel'ın 9. Cumartesi günü Paris yakınlarında bizim için hazırlanan saraya varmamız nasip oldu. Kâtip Çelebi'nin Türkçeye tercüme ettiği ünlü Atlas kitabında Charenton kasabası hakkında şöyle tuhaf bir hikâye anlattılar: Kasabada bir yer varmış, birisi orada bağırsa, o sesin aynı şekilde tam on üç defa tekrarlandığı, bizzat bağıranın kulaklarıyla işitilmekteymiş. Burada bu olayı birçok defa ısrarla sorduk, fakat bilen veya duyan kimse çıkmadı. Bize: "Böyle birşeyi katiyen duymadık, bilmiyoruz!" diye cevap verdiler. Ancak eskiden böyle bir yer vardı da zamanla kayboldu mu? Bu olayın Atlas'ta niçin yazıldığını da bilmiyoruz. Gittiğimiz sarayda bir hafta kaldık. Geceleri ve gündüzleri ziyaretimize gelen halkın kalabalığı o dereceyi bulmuştu ki, bunu burada anlatmama imkân yok. Kadın ve erkeklerin asilzade olanlarının bazıları doğrudan doğruya, bazıları da kıyafetlerini değiştirerek yanımıza geldiler. Düğün gününde bile bu kadar kalabalığın toplandığını görmemiştik. Bunlarda, adına protokol memuru dedikleri ayrı bir memuriyet vardır. Bu memurlar, yalnız elçilere "Hoş geldiniz" demekle, elçiyi alaya bindirmek ve Kral'a götürmekle görevliymişler. Gelişimizin ikinci günü bu görevli gelip, Kral adına bize "Hoşgeldiniz" dedi. İki gün sonra tekrar gelip "Kralımız pazar günü öğle vakti sizleri bekliyor. Sizin için hususi olarak hazırlık yapılmıştır. Selâmınıza durmak için de seçkin askerlerine süslü elbiseler giydirip alay düzenlemiştir. Sizi buradan alıp götürmek için Baş Mareşal görevlendirilmişti fakat kendisi ata binemeyecek kadar ihtiyar, hasta ve aynı zamanda genç Kralımızın terbiyesiyle de meşgul olduklarından, sizler için İkinci Mareşal D'Estree görevlendirildi. İnşallah pazar günü öğleden önce Kralın arabasıyla sizi alaya bindirmeye gelir, kendileriyle Kral huzuruna gidersiniz." dedi. Karşılayıcılık görevi yapan protokol memurunun bu işle yakından ilgilenen bir arkadaşı ertesi gün gelip "Alayınızın düzenini öğrenmeye geldim. Ata binecek kaç adamınız var, buna göre Kral ahırından mükemmel atlar getirelim. Kaç yedek çekilecektir? Ve nasıl bir alay yürütme niyetindesiniz, bize bildirin, biz de ona göre hazırlık yapalım." dedi. Biz beraberimizde beş at getirmiştik. Bu durumda yedi yedeğin tamamlanabilmesi için iki at gerekiyordu. "Bunlardan birine biz bineceğiz, diğer yedekleri çekmek için de altı tane at lâzımdır. Ayrıca yanımızdaki kırk sekiz askerin binmeleri için de mükemmel atlar gerekiyor." diyerek, ihtiyaçlarımızı bir liste halinde görevli memurun eline verdik. Pazar günü, yanında yedeklerle, daha önce bizi karşılamaya gelen Kral mîrahurlarından Mösyö Conbard gelip hepimize birer at dağıttı. Divan Efendisi olan oğlumuz için süslü yularlı bir kısrak, Kethüdamıza da mükemmel bir at, diğer maiyet halkımızın da. rütbelerine göre uygun, mükemmel atlar dağıtıldı. Biraz sonra Mareşal D'Estree, Entroduktor'la Kral arabasına binmiş olarak geldiler. Biz de, kendilerini karşılayarak saygı gösterdik. "Kralımız kendi arabasını sizin için gönderdiler. Diğer devlet büyükleri de. yine size bir ikram olması için kendi arabalarını gönderdiler." diyerek, yüze yakın güzel ve süslü arabayı bize takdim ettiler. Biraz sonra, ikinci Entroduktor "Tam vaktidir, izninizle alayı yürütmeye başlayalım." dedi ve hep birlikte kalktılar. En önde, Kral'ın kendine mahsus atlı askerlerinden meydana gelen bir alay yürüdü. Ardından, bir kısmına kürk giydirip ellerine tüfek verdiğimiz adamlarımız atlara binmiş olarak yürüdüler. Başka bir grup adamımıza da kerrake giydirip ellerine mızraklar verdik, diğerlerinin ardından onları yürüttük. Arkalarından ağa sınıfına mensup sakallılar, onların arkasından İmam Efendi ve Kapıcılar Kethüdası, onların arkasından da oğlumuzla Kethüdamız yanyana yürüdüler. Arkalarından, altı adet yedek ağır kesmelerle süslü ve eğerlenmiş at çektirilip. Kral'ın Ahırcıbaşısı'yla Tercümanı yürüdüler. Onların arkasından da biz, divan kilimi ve abasıyla eğerlenmiş bir ata bindik. Sol yanımızda Mareşal, sağımızda Entroduktor olduğu halde yola koyulduk. Hemen arkamızdan da birer alay atlı dizilip bunların arkasından da gönderilen arabalar sırasıyla harekete geçtiler. Paris'in sokakları oldukça geniştir. Yanyana beş-altı arabayla gitmek mümkündür. Böyle olduğu halde, halkın bizi görmek için meydana getirdiği kalabalık yüzünden, bazı yerlerde ancak üç atlı yanyana gidebiliyorduk. Yanımıza altı Çuhadar almıştık. Onlar iki yanımızda yürüyememişler, mecburen önümüze düşmüşlerdi. Sokak kenarlarında atlı ve yaya askerler iki sıra halinde, halk da birbirlerinin üstüne onar, on beşer kat halinde bizi seyir için dizilmişlerdi. Bize, güya şehirde oturan bütün halk alayı seyretmeğe gelmişler gibi göründü. Paris'te evler genellikle dörder, beşer kat halinde olup, pencereleri sokağa bakmaktadır. Biz alayla geçerken, hemen her pencere içine alabileceğinden çok sayıda insan yığılmıştı. Halk aslında Osmanlı görmediğinden, bunlar nasıl adamlardır, diye sırf merak yüzünden böyle kalabalık meydana getirmişlerdi. Hatta Kral ve Kral bakıcısı, Devletin Vasî'si olan Dük d'Orleans, diğer bütün devlet ileri gelenleri ve şehir sosyetesi bizi seyretmek için bir eve toplanmışlardı.. Bizlerse, buraya deniz yoluyla gelmiş bulunduğumuzdan, gereği gibi alay düzenleyememiştik. Böyle olduğu halde, Allah'ın yardımlarıyla, ev sahiplerimiz "Paris şimdiye kadar böyle bir alay görmemiştir." diyerek samimi kanaatlerini itiraf ettiler. Yukarda anlattığım düzen içinde bizim için hazırlanan eve indik. Yolda selâma duran askerler de aynı düzen içinde misafir kalacağımız evin önünden geçtiler, geçit bitince bizimle birlikte eve kadar gelen Mareşal de vedalaşıp ayrıldı. Yine kadın ve erkekler, kimi ziyaret, kimileri de bizi seyretmek için kalabalık gruplar halinde içeriye, yanımıza geldiler, özellikle nasıl yemek yediğimizi merak ediyorlar ve görmek istiyorlardı. "Filân kimsenin kızı veya falanın karısıdır, siz yemek yerken seyretmek için izninizi rica ediyorlar." diye çeşitli haberler geliyordu. Bunlardan birçoğunu geri çeviremiyor, mecburen yanımıza gelmelerine izin veriyorduk. Perhiz vakitlerine rastladığı için kendileri yemek yemiyorlar, sofra kenarına geçip bizi seyrediyorlardı. Böyle bir duruma hiç alışık olmadığımız için bize çok ağır geliyordu. Sadece hatırları kırılmasın diye sabrediyorduk. Onlarsa, yemek yenirken seyretmeyi âdet haline getirmişler. Meselâ Kral yemek yerken onu seyretmek isteyen gidip izin alırmış. Bunlarda âdet böyleymiş. Kulağımıza kadar gelenler arasında bundan daha garip olanı ise şuydu: Kral, yatağından nasıl kalkar, nasıl giyinir, bunu seyretmeye giderlermiş. Bu yüzden bize de buna benzer bazı teklifler yapmakla bir hayli canımızı sıktılardı
Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Fransa Sefaretnamesi'nden (1720-1721)